Ben kimim, neredeyim, amacım ne, kaç kişiyim? (Bölüm 1)
Özge Ç. Denizci
03-01-2024
Kültür emeği içindeki yerimi sorguladığımda, kendime yer bulsam da sistem beni nereye koyacağını bilmiyor. Bilgisayarın içinde asla kullanılmayan ancak sistemin kendinden yüklü olduğu için silinemeyen programlardan biri gibi hissediyorum. Olmazsa olmaz görünür olmak bir yana, düzenli gelir elde etmek bile çok uzun zamandır imkansız.
5 yaşında konservatuar eğitimi ile başlayan yolum, İstanbul Avni Akyol Güzel Sanatlar Lisesi’nin orta kısmını başlamamla şekillendi. Yolumuz müzik yolu olmasına o yaşlarımda ailem karar verdi. Üniversitede ise kendi yolumu bir parça da olsa virajlandırmak, biraz daha kendi gitmeyi seçtiğim bir yol olması için Yıldız Teknik Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü Duysal Tasarım Programı Müzikoloji’ye girdim. Lise yıllarından itibaren yazı ile müzik arasında bir yolum olması gerektiğini biliyordum. Üniversite yıllarında bazı gazete ve dergilere yazı vermeye başladım. Birçok gazete yazımı yayınlamaları bana sunulmuş bir lütufmuş gibi davranarak bana telif vermeyi reddetti. Oysa 16 yaşında ilk paramı bir festivalde yer gösterici olarak kazanmış, 18 yaşında da cast işi yapmaya başlamış, dizilere ve filmlere oyuncu bulma işiyle uğraşmış ve emek-zaman ilişkisinin farkına varmıştım. Kimi dergilerden düşük de olsa telif alabiliyor, aldığım dergilere yazı vermeyi tercih ediyordum. Bugüne kadar da hep kendime “Artık telif yoksa yazı da yok” sözü vermiş olsam da çoğunlukla bu sözümü yerle yeksan eden acil durum yazıları yazmaya devam ettim.
O kadar çok dergiye ve gazeteye yazı verdim ki… Ne yayınlattığım mecraların ne de yazdığım yazıların sayısını hatırlamam neredeyse imkansız. Düzenli gelir sağlayamadığım için geçimimi sağlamam da genellikle aile desteği ile oldu. Zaman zaman özel ders verdim zaman zaman organizasyon işlerine bulaştım. Hatta üniversite yıllarımda tamamlamam gereken stajımı bir organizasyon firması üzerinden tamamladım.
Kimse beni sigortalı yapmadı.
Ta ki bir gazetenin Hafta Sonu Ekleri’nde işe başlayana kadar. Yazdığım yazılar çoğunlukla kendi alanım içinde kalsa da büyük tenkisat sonrası işten çıkarılıp tekrar işe çağrılınca aslında hiçbir şeyin bıraktığım gibi kalmadığını gördüğüm bir hayal kırıklığı yaşadım. Kültür-sanat özellikle de müzik alanında yazmak istediğim yazıların yerini gazetenin gelirlerine katkı sağlayacak reklamımsı yazılar almış, röportajlar için de artık gazeteden çıkmak pek de tercih edilmeyen bir hale bürünmüş. “Ne gereği var bu röportaj için masandan ayrılma, mail üzerinden yaz sorularını yolla cevap versinler” mantığı geçer akçe olmuştu. İnsana değmeden mail üzerinden yaptığım röportajların hiçbiri ama hiçbiri içime sinmiyordu. Sallayıp başımı 2 ayda bir de olsa alıyordum maaşımı hepsi buydu. Doğuma yakın bir tarihte 6 aylık ücretsiz emzirme izni istedim ancak gazetenin politikalarıyla benim emzirme izni istememin uyuşmaması nedeniyle tazminatımı, doğum hediyesi olarak bir ikramiye maaşımı (ikramiye ne manasız bir kelime) vererek işimi sonlandırdık.
Gazete git gellerim sırasında Beyoğlu’nda bir mekanın müzik direktörlüğünü yapmaya başlamıştım. Konserleri bağlıyor, müzisyenleri ağırlıyor, rider’ından kulis rider’ına her bir kalem ile ilgileniyor, gerektiğinde gişede duruyor, tuvalet tıkandığında onu da açıyordum. Taciz, mobbing ve ödemelerin sürekli ama sürekli aksadığı br çalışma hayatının içindeydim. Bunlara rağmen içimdeki ateşi anca uysallaştırdığım bir yer olduğundan tekrar gazeteden çağrılana kadar bu işe devam ettim. Üstelik gündüzleri Kadın emeği pazarında bir arkadaşımla ördüğümüz kutuları satıyor, ay içinde onlarca yazı yazıyor ve yayınlatıyordum. O sıkı çalışma hayatının içinde bile ailemden destek almak durumunda kalıyordum. Çünkü kimse düzgün ödeme yapmıyordu. Gece çalıştığım mekandan çoğu geceler mekan sahibinin yalanları sebebiyle sadece yol parası alarak çıkıyordum. Kira zamanım geldiğinde ya da fatura ödemem gerektiğinde sanki alnımın teriyle çalışmıyormuşum gibi neredeyse para dilenir noktaya gelmiştim. Maliye vs. kapanış saati geldiğinde mekana uğruyor ben mekanda sigortalı çalışan başka bir kişinin kardeşi ya da sevgilisiymişim gibi rol yapmak durumunda kalıyordum. Aslında gelen maliye denetimcileri de benim orada sigortasız çalıştığımı bal gibi biliyorlardı. Burada deneyimsizliğimin de büyük ölçüde payı olduğunu bu şartlar altında çalışmanın ne kadar yanlış olduğunu geçtiğimiz yıllarda geç de olsa anladım. Bu deneyimler hiç yaşanmasa da olurdu dediğim ve ancak belki de son yıllarda hak temelli çalışmanlar yapmamın da en büyük sebebi olabilir. Ancak bu deneyimleri hiç yaşamamışım gibi az sonra yazacağım 30’lu yaşlarımda bambaşka bir şehirde bambaşka bir mekan ve mekan işletmecileriyle tekrar deneyimleyecektim.
Gazetecilik, menajerlik, müzik direktörlüğü, müzik öğretmenliği derken başka bir şehre taşındım. Taşınmadan önce de Türkiye’nin önde geldiği düşünülen müzik dergilerinden birinde yazı işleri sorumlusu oldum. Yine sigortalı değildim ve dışarıdan çalışıyordum. Neyse ki aile şirketimiz üzerinden sigortam yatıyor ben de aile şirketimize ara sıra organizasyon işleri yapıyor, ufak tefek satışlarda destek oluyordum. Yazı işleri sorumluluğunu üstelendiğim yerden ise yarı zamanlı maaş alıyor ancak neredeyse tam zamanlı çalışıyordum. Emek sömürüsünün dibini bir kez daha görmüştüm. Neyse ki yazarların çoğuna telif ödeniyor bu da içime su serpiyordu, ne gam!
Farklı bir şehre taşınmış olmam mıydı sebep bilmiyorum ancak zaman zaman reklam müdürü başta olmak üzere yayın yönetmeninin de üstencil tavırları ve azarlar nitelikteki davranışları çok severek yaptığım işten beni soğutmaya yetmiş olmasının da etkisiyle iş akdime bir sosyal medya üzerinden atılan mesajla son verildi. Gerekçe olarak da “Biz seni maddi olarak artık karşılayamıyoruz” denildi. Süreç içinde iki kitap yazmış, bin adet baskı karşılığında her iki kitap için de telifimi alabilmiştim. Belki de en hakkaniyetli çalıştığım yer o yayınevi olmuştu.
Yüksek lisans tezimi Türkiye’de Internet sonrası değişen müzisyen kimliği üzerine yaparken bir anda kendimi müzik emekçilerinin uğradığı hak ihlalleri üzerine çalışırken bulmuştum. Konu beni derinlemesine içine çekiyordu da peki kendi haklarımı gözetmek konusunda hangi aşamadaydım?
Oysa başka bir şehre taşınma serüvenim aslında derginin yayıncılarına güvenerek yaptığım bir şey değildi. Çünkü Tom Robbins’in “Parfümün Dansı” kitabını ezber edeli ve Seattlelı kadınların da bu coğrafyada yaşayıp da benzer işler yapan kadınlarla hemen hemen aynı kaderi yaşadığı bilgisine ulaşalı epey bir zaman olmuştu:
“Seattle’da da, birçok büyük kentte olduğu gibi, sanat, edebiyat, felsefe, tarih vb. gibi dallarda eğitim görmüş pek çok kadın vardı. Sonradan bu eğitimleriyle bir şişe gazoz alabilmek için yanına bir de dolar katmaları gerektiğini öğrendiler. Evet, gerçi hiçbiri bu dalları seçerken zengin olmayı beklemiyordu ama okulu takdirnameyle bitirmenin onları okul bahçesinden çıkardıktan sonra ancak en yakın kurumuş kuyu başına kadar götürüp orada bırakıvermesini de beklemiyorlardı. Seçtikleri branşla kendilerini geçindiremeyeceklerini görünce işi garsonluğa çevirmişlerdi. Çünkü bu sayede en az yatırımla en çok parayı kazanmak mümkündü. Madem ki anlamlı ve doyurucu bir şey yapamıyorlardı, bari en az ahlaki ödünle, hatta en az mesleki bağla çalışarak telafi edebiliyorlardı durumu” (s. 76).
Yeni taşındığımız şehirde şarkı söyledim, ders verdim, konserler organize ettim, booking işleri yaptım. Yine zaman zaman çeşitli gazete ve dergilere kah telifli kah telifsiz yazılar verdim. Yepyeni bir mekan yep yeni konserler yapmak için yepyeni bir müzik direktörü arıyordu. Anlaştık, yapmaya başladım. Yaptığımız her konser işin müzisyenlerle mekan arasında şartname düzenledim. Hem mekanı hem de müzisyenleri koruyucu nitelikte olan bu şartnameleri hazırlarken kendim için sözleşme yapmayı unutmuştum. Sözleşmeler, sözde kalmaz diye umut etmiştim. Sezon içinde konser tarihlerinden, şartnamelere, müzisyenlerin konaklamasından nerede yemek yiyeceklerine, kulis rider’larından teknik ekipman ihtiyaçlarına kadar her konuyla ben ilgileniyordum. kaprisli bazı müzisyenler garson istemedikleri için kulislerine servisi de ben yapmak durumunda kalıyordum. Hem mekan sahiplerinin hem de menajerlerin kaprislerine maruz kalıyor ama yaptığım işi sevdiğim için bütün bunları gözardı ediyordum. Tam zamanlı çalıştığım bu işte sigortam yine yapılmamış, iş güvenliğim ise yoktu. Yine zaman zaman tacize bazen müzisyenler, bazen ise seyirciler tarafından uğruyordum. Canlı performans olmadığı zamanlarda DJ kabinine geçiyor bu sefer de işletmenin kaprisleri yetmezmiş gibi bir de eğlenmeye gelenlerin tuhaf davranışlarına ve yer yer tacizlerine maruz kalıyordum. Kadın DJ olmak bu kadar da revaçta değildi. Sezon sonunda işten kendi isteğimle ayrılırken işe başladığım tarihte konuştuğumuz gibi düzenlediğim konserler üzerinden booking ücreti alma meselesi gündeme gelmişti. Ayrıldığım ay içinde koyduğum konser için mekan sahipleri bana booking ödemeyi red etmişti. Ben de bu hakkaniyetsizlik karşısında kendimi korumaya çalışmıştım. Zaman zaman çok cüzi rakamlara şarkıcılık ve DJ’lik yaptığım, konser takvimini oluşturup iş takibini canla başla yaptığım mekanın sahiplerinin gerçek yüzünü görmemi sağlayan bir süreç yaşandı. En acısı ise “Alacak verecek kalmadı” konuşmasının ardından, adımımı bile atmadığım mekanın bana olmadık bir borç çıkarması olmuştu. Ne aldım ne verdim ne de kimse birbirini yendi.
Yazılarıma, derslerime ve yaptığım diğer organizasyon işlerine geri döndüm. Derken pandemi patladı. Müzik emekçilerinin uğradığı hak ihlalleri üzerine çalışmalarıma yoğunluk verdim. Canlı online konserler ve festivaller düzenledik, online ve mesafeli ders vermeye devam ettim. Bir şekilde pandemi benim için herkesinki kadar zor geçmemişti. Pandemi sonrası ise mekanlar açıldıktan sonra DJ’lik yapmaya devam ettim. Mekan sahipleriyle belli bir rakama anlaşıyor olsam da patronlar nedense ciro üzerinden ücret ödemekte ısrarcı oluyorlardı. Uğradığım bütün bu hakkaniyetsizlikler şimdilerde DJ set ekipmanımı kutusuna kaldırmama sebep oldu… “Madem ki böyle canım istediğinde, canımın istediği yerde, canımın istediği müzikleri çalarım” diyerek bir süre DJ’liğe ve çok sevdiğim şarkı söyleme işine ara vermiş oldum.
Devamı...
Özge Ç. Denizci hakkında:
İstanbul doğumlu. “Gürcüler” ve “27” isimli kitapları yazdı. Dr. Selda Dudu ve Doç Dr. Evrim Hikmet Öğüt ile birlikte “Türkiye’de Müzik Emeğinin Durumu Raporu”nu hazırladı. Müzik sektörü ve basınında çeşitli pozisyonlarda çalıştı. “Kızılkirazkuşu Sanat Atölyeleri”, "Ses Duvarı", Endemik Yapım ve Kültür Emeği Platformu’nda halen yeni üretimler yapmaya devam ediyor.