Bir kültür işinden bir başkasına... (bölüm 2)
Böyle kısa dönemli ve yoğun tempolu işlerde ücret normalin 3-4 katı olmalıdır. Ama tartışacak mecalim yok, işe ihtiyacım var. İlk festival deneyiminden yüzümün akıyla çıktıktan sonra gerisi geldi.
Yine bu yıllarda -müzikal birikimim sayesinde ev partilerinin aranan DJ’i olmaktan- profesyonel DJ’liğe adım attım. MSÜ’deki özel bir partide 1000 kişiye 6 saat hakkını vererek müzik çalmam ilgi çekti. Kent FM’de çalışmak üzere teklif adım. Cuma-Cumartesi-Pazar geceleri radyonun kapanışını yapmaya başladım. Yine 3 kuruş para, sigorta yok, gecenin bir vakti eve dönüş için yol parası yok. Radyoculuğu, canlı yayını, mikrofonu açıp kim bilir kime konuşmayı çok sevdim. Hiç parasında değildim işin. Ama artık bir sevgilim vardı ve evlenmek istiyorduk. Bütün hafta sonunu radyoda geçirmek de eskisi gibi keyifli değildi. Ve aldığım cüzi maaşın da ödemeleri sürekli gecikmeye başlamıştı. Ayrıldım radyodan. DJ’lik ara ara devam etti. Sürekliliği ve sabit ücretleri olmadığı için bir geçim kaynağı değildi. 25 yıldır profesyonel olarak DJ’lik yapıyorum. Hiçbir zaman geçim kaynağım olmadı. Ek gelir sağladı hep.
Evlenmek için sabit gelirli bir iş gerekiyordu. Özgeçmişimdeki en tatmin edici alan olduğu için (5 tane yayımlanmış kitap) metin yazarı ya da yayınevlerinde/dergilerde editör olmaya çalıştım. Nafile. Reklamcılık sektörü de, yayıncılık sektörü de eş dost ve torpil düzeneğiyle işe alım yapıyordu. Tecrübem yoktu, eğitimim uygun gelmiyordu, başlamak için biraz yaşım geçmişti ve kimseyi de araya sokmak istemiyorum. Diğer taraftan onlarca konser ve organizasyon düzenlemiştim ama bu birikimi dikkate alacak, çalışabileceğim birkaç firma içinse deneyimden önce başka özellikler gerekiyordu; kolej mezunu değildim, İngilizcem kusursuz değildi, sosyal statüm yetersizdi. Derken organizasyon alanında beraber birçok iş yaptığımız bir arkadaşım, ayrılacağı iş için beni önerdi. Yine bir sivil toplum kuruluşuna yolum düşmüştü. Organizasyonel tecrübem, sivil alandaki çalışmalarım ve ilginçtir, mühendislik eğitimi almış olmam işe yaradı. 1999 yılında Tarih Vakfı Darphane-i Amire Binaları’nın (büyük prodüksiyonlu sergiler ve kültür sanat etkinliklerine ev sahipliği yapan ve nihai amacı İstanbul Müzesi’ne dönüşmek olan 10.000 m2 alana yayılmış binalar topluluğu) işletme müdürü olarak, hem de bir STK için gayet iyi bir maaşla çalışmaya başladım. İlk defa sigortam yapıldı. Ve üstüne yemek parası da veriyorlardı.
Pozisyonumun belli bir çalışma düzeni, çalışma saatleri yoktu. Gece etkinlik ya da kurulum olduğunda geç saatlere (gerekirse sabaha) kadar çalışıyor ama mesai almıyordum. Üstüne diğer tüm çalışanlar gibi sabah erken saatte işe gitmem bekleniyordu. İşten çıkış saatim yok ama giriş saatimi kaçırmamalıyım. (Her öğle işe geç kalanlar şirket içi mail ile teşhir edilerek mobbing uygulanıyor.) Kısa bir süre sonra Müzecilik bölümü sorumlusu arkadaşım işten ayrıldı. Yerine yeni birisi alınmadı. Ben aynı ücretle bu göreve de atandım. Yine kısa bir süre sonra da Sergiler bölümü sorumlusu arkadaşım ayrıldı. Bu görev de aynen bana devredildi. Aynı maaşa, bitmek bilmeyen bir mesai süresince üç pozisyonluk iş yapıyordum. Ve en acısı, ağzımızla kuş tutsak yaranamadığımız, asla takdir etmeyen ve hep daha fazlasını isteyen bir büyük patrona çalışıyoruz. Sonra 2001 ve 2002 krizleri geldi. İki sene maaş zammı yapmadılar, dev enflasyon karşısında aldığımız maaşın hiçbir anlamı kalmadı. Üstüne de dediler ki, “Sigortanızı yatırmayalım, yoksa maaşınızı ödeyemeyeceğiz.” Türkiye İşçi Partisi’nin kurucularının kurduğu, çalışanlarının tamamının sol görüşlü olduğu bir STK burası. Üç yıllık çalışmanın ardından işten ayrıldım.
2002 krizi sonrası ülkede 15.000 civarında iş yeri kapandı. İş bulmak gayet zordu. Kültür sanat alanında bir iş bulmak ise imkânsız gibiydi. Uzun süre işsiz kaldım. Bari kendi ilgi alanlarıma döneyim dedim. Solaklık uzundur araştırdığım bir konuydu. Birkaç makalede çeviri desteği almak dışında her şeyini kendimin yaptığı Solak adında bir dergi hazırladım. En Azından Yaptım Prodüksiyon diye de bir marka uydurdum dergi için. İlk sayının baskısı için eski yayınevimden destek aldım. Dergi 1000 adet basıldı. O dönem Yapı Kredi destekli Kitap-lık, Hürriyet Gösteri gibi dergilerin satış rakamları 400-500 adet civarında. Benim dergi tükendi. Dağıtıldığı her yerden dahası istendi ama yok işte, bitti. Bu gazla ikinci sayıyı hazırladım. Ama Solak gibi bağımsız dergilerin dağıtımını yapan Pentimento ödemeleri her sayıdan 6 ay sonra yaptıklarını söyledi. Yılmadım, borç harç ikinci sayıyı da çıkarttım. O da tükendi. Üçüncü sayıyı hazırladım. Ama baskı için gereken meblağı bir türlü bulamadım. Matbaada mahsur kaldı sayı. Ülkede faizin tavan yaptığı yıllarda bağımsız yayıncıların dağıtımını yapan bir firma, alenen başkalarını emeğinin faiz gelirini yiyor, durum bu. (Bu arada tüm dağıtım firmalarının böyle ağır koşulları var, üstüne satış ücretinin yarısına varan komisyonlar alıyorlar. Pentimento en azından komisyon konusunda insaflıydı.) Gerçekten çok talep gören, sıkı içerikli ve (belli etti ki) gelir getirmesi kaçınılmaz bir dergi fikriydi Solak. Ama parasızlıktan gerisini getiremedim. 6 ayda bir çıkarabilirdim belki. Ama acilen paraya ihtiyacım vardı.
Tarih Vakfı’ndan ayrılmadan önce yazılım ve hazırlık süreçlerine dahil olduğum bir Avrupa Birliği projesinin fon aldığını öğrendim. 7 ayda, 20 il gezecek bir insan hakları sergisi. Çok büyük prodüksiyon. 1 milyon euro bütçesi var. Vakfın benden sonra bir prodüksiyon amiri, sergiler sorumlusu yoktu. Sergiyi gezdirecek, prodüksiyonu yönetecek birine ihtiyaçları vardı. Ve proje gerçekten çok heyecan vericiydi. Hazırlığı, proje kapatması 1 yıl sürer, güzel maaş, sonra ayrılırım dedim. İşi istediğimi söyledim. Hemen kabul ettiler. Tekrar STK günlerim başladı.
Sergi, gezi, maceralar, şehirler, insan hakları ihlalleri, polisler, tepkiler, insanlar… Unutulmaz bir deneyim benim için hâlâ. Projede sorun yoktu. (Elimize geçen maaştan ya da masraflardan daha fazlasını belgelemeye çalışıyorduk ki vakıfta birileri daha maaş alabilsin, tek falso buydu. Ama iyi bir şey yapıyorduk ya, göz ardı edilebilir bir durumdu benim için bu.) Anadolu’yu gezerken ve insan hakları konusunda bunca mesai harcarken idealizmim geri geldi. Vakıf’ta yönetim değişmişti. Daha sonra Konda Araştırma Şirketi’ni kuracak olan Bekir Ağırdır genel müdür olmuştu. İyi bir adamdı, iyi anlaşıyorduk. Proje bitince de kalmamı istedi. Bir değişim gerçekleştirebileceğimize beni ikna etti. Zaten teşneydim de. Ama bu kadar büyük bütçeli bir projenin mali final raporunun hazırlanması bitmek bilmiyor. Projenin genel koordinatör yardımcısıyım ve bu süreçte de yoğun çalışıyordum.
Proje süresi doluyor, maaşım düşüyor, mali denetleme ve ben devam. Bu arada AB Projeleri almaya devam ediyor vakıf. Bir önceki projedeki deneyimim nedeniyle başka bir AB projesinin başına geçiriliyorum. Aynı zamanda Darphane-i Amire’nin, sergiler ve müzecilik bölümünlerinin de tekrar başına getiriliyorum. Paralel ilerleyen birçok projeye de prodüksiyon ve maliyet analizi alanlarında destek veriyorum. Darphane vakıf için önemli bir gelir kaynağı, çünkü salonlarını firmalara organizasyonları ya da çekimleri için kiralıyoruz. Mesaimin en büyük kısmı bu operasyonun satış, pazarlama ve organizasyon kısımlarını halletmek. Koordinatörü olduğum AB projesi (Eyüp Oyuncakları) sayesinde kağıt üzerinde gayet yüksek maaşım var. Ama her ay hesabıma yatan maaşın üçte ikisini vakfa geri ödüyorum. Diğer yaptığım işlerle ilgili ekstra bir gelirim de yok. Olsun, iyi şeyler yapıyoruz, tek maaş olsun, sigortam yüksekten yatıyor, çok iş olsun, fark etmez... Fakat işler terse dönmüş durumda. Geçmişten kalan borçlar, kaybedilen birkaç davanın yükümlülükleri, geciken proje ödemeleri derken vakıf yokuş aşağı gitmeye başlıyor. Haftada yedi gün, günde minimum on altı saat çalışıyorum. Ama hiçbir işe yetişemiyorum. Ülkeyi kurtaracağız derken sürmenaj halinde günlerimi geçiriyorum. Derken maaşlar yatmamaya başlıyor. Bir ay, iki ay, üç ay, dört ay… Artık çoğu gece aç yatıyorum. Evde gerilim had safhada. Karımın kazandığı para yetmiyor. Kredi kartları patlak. Beşinci ay da maaş yatmıyor. Nihayet bir haftada iki kez nöbet geçirip acil servise kaldırılınca “Tamam,” diyorum, “buraya kadar.” Ve ikinci üç yılımın ardından vakıftan ayrılıyorum. Bir daha da hiçbir STK’da çalışmayacağıma and içiyorum.
Sonrası toparlaması bir hayli uzun süren ağır bir depresyon. Evliliğimi kaybetmeme ramak kalıyor. Ama toparlıyorum bir şekilde. Fakat yine iş yok. Bu sefer de özgeçmişimi gören “Biz sizin istediğiniz parayı veremeyiz,” diyor. 36 yaşındaydım. Ceplerimde tomarla marifet var. Ama çok deneyimli ve donanımlı olduğum için iş bulamıyorum.
Devamı... Tayfun Polat hakkında:
1970, İstanbul doğumlu. Kültür sanat alanının, özellikle müzik piyasasının hemen her alanında çalıştı. 5 adet şiir, 2 adet anlatı, 1 müzik kitabı var. Sabahtan sabaha kadar müzik dinlemeye ve yapmaya devam ediyor.