Bir kültür işinden bir başkasına... (bölüm 3)
Yazarım, şairim, prodüksiyon insanıyım, kültür sanat alanında yıllarca yönetici pozisyonunda çalıştım, içerikler ürettim, radyo programcısıyım, DJ'im, birçok mekâna müzik direktörlüğü yaptım, yıllar süren çalışmalarım, radyo programım, destek olduğum müzisyenler ve yazdığım kitap nedeniyle Türkiye’de bağımsız müzik denildiğinde ilk akla gelen kişiyim. Çok fazla alanda çok fazla iş yaptım.
Uzun süre işsiz kaldıktan sonra beni Darphane’ye öneren arkadaşım bir festivalde prodüksiyon amirliği için iş görüşmesi ayarladı. Daha önce sosyal statümün yetmediği firmaya bu sefer de CV’m fazla geldi. “Bu CV’nin hakkını ödeyemeyiz, bu pozisyon için bütçemiz bu,” dediler. Böyle kısa dönemli ve yoğun tempolu işlerde ücret normalin 3-4 katı olmalıdır. Ama tartışacak mecalim yok, işe ihtiyacım var. İlk festival deneyiminden yüzümün akıyla çıktıktan sonra gerisi geldi. Yaptığım işin okulu o zamanlar yok. Ve ben piyasadaki en deneyimli 5-10 kişi arasındayım. Kısa sürede aranan bir kiralık katil oldum (Bizi böyle çağırıyorlar bu piyasada. İşi alır, kurar, uygular ve toplarız. Tabii ki benim için parayı veren düdüğü çalamaz. İş seçerim.) Artık istediğim ücretler kabul ediliyordu. Bu bahsi açmamın sebebi şu, festival ya da büyük çaplı konser organizasyonları yüksek güvenlik riskleri olan bir iş. Kaza risklerine karşı sigortanız yapılmak zorunda. Ki majör firmaların hepsinde bir gün çalışacak olsanız bile yapılır da. Ama iş bununla bitmiyor. Kesik ve yaralanmalara karşı tetanoz aşısı olmanız, insan üstü tempoya dayanabilmek için destek vitaminler ve hatta doping kullanmanız gerekir (bunları da kendiniz halledersiniz elbet). Festival öncesi ve sırası 24 saate çıkan mesai süresini başka türlü atlatmak mümkün değildir. Yine de çok fazla tükeniş yaşanır. Acile gider, serumu yer, alana geri dönersiniz. Ben kaç kez yaralandım, zehirlendim, bayıldım bilmiyorum. Böyle bir iş bu. Zaman içerisinde birkaç üniversitenin ilgili bölümlerinde dersler verilmeye başlandı prodüksiyon için. Bir de bizim yanımızda yetişen gençler pişmeye başladılar. Tabii yetişen eleman sayısı artınca bizim gibi deneyimli elemanların istedikleri ücretler firmalara fazla gelmeye başladı. Dediğim gibi, aylık bir ücretinin 3-4 katı olmak zorunda bu tempoda ve zorlukta işler. Ama gençleri üç kuruş paraya çalıştırmaya başladılar. Onlar da kendilerini ispat etmeye çalışıyorlardı neticede. Lakin sömürüldüler. Artık İKSV ya da Pozitif gibi kurumlarda çalışmanın bir prestiji kaldı mı ondan da emin değilim.
Bir taraftan freelance olarak prodüksiyon amirliği yaparken, 2007 yılında Karga’da çalışmaya başladım. Aylık mecmuanın yayın yönetmeni ve kargART’ın yöneticisi olarak. Başlangıçta aldığım maaş o kadar düşüktü ki. Sadece aylık bir kültür sanat dergisinin dilini, içeriğini, biçimini oturtmak daha önce deneyimlemediğim ve birikimimin pek çok yönünü devreye sokabileceğim bir iş olduğu için kabul ettim. Darphane’yi işletmiş biri olarak 100 m2’lik bir kültür merkezinin başında olmak cazip değildi açıkçası. Ama bu iki işi de yaptım. Zamanla ücretimde düzeltmeler yapıldı. Bu arada kargART Salonu da memleketin en önemli alternatif, butik konser salonu haline geldi. Çok uzun yıllar sigortamın asgari ücret üzerinden yatırılması haricinde (ki onu da düzelttiler) Karga’daki patronlarımla bir sorun yaşamadım. Bir aile gibi birbirimizi kolladık. 12 yıl çalıştım. Sonra Datça’ya taşındığımız ve bu iki şehirli hayat artık sürdürülemez olduğundan kendim ayrıldım. Buna rağmen bütün özlük haklarımı ödediler ayrılırken. Çalışma hayatının türlü zorluklarını yaşamış olsam da, 30 yıllık kariyerimde tek düzgün işleyen kurum Karga’ydı diyebilirim.
Yazarım, şairim, prodüksiyon insanıyım, kültür sanat alanında yıllarca yönetici pozisyonunda çalıştım, içerikler ürettim, radyo programcısıyım (2011-2019 yılları arasında Açık Radyo’da türünün ilk örneği anaakımın dışında kalan müzisyen ve gruplara yer verdiğim “yerli” isimli bir program hazırladım, tabii ki para almadan), DJ’im, birçok mekâna müzik direktörlüğü yaptım, yıllar süren çalışmalarım, radyo programım, destek olduğum müzisyenler ve yazdığım kitap nedeniyle Türkiye’de bağımsız müzik denildiğinde ilk akla gelen kişiyim. Çok fazla alanda çok fazla iş yaptım. Ama sayısal olarak bakıldığında en çok yaptığım iş konser organizasyonudur. 1500’den fazla konserin gerçekleşmesinde imzam var. Aslında sizi çalışma alanınızı da ilgilendiren bu alanda söyleyecek çok sözüm var. Müzisyenler için, mekânlar için, kurumlar için. Ama onların yerine de konuşmak istemiyorum.
2019 yılından beri Datça’da kendi yağımda kavrularak çalışıyorum. Yazarak, mekânlara müzik direktörlüğü yaparak, DJ’lik yaparak devam ediyorum. Pandemi ve deprem süreçlerinden çok etkilenmedi işlerim ki pandemide uzun zamandır üzerinde çalıştığım ama farklı yoğunluklar nedeniyle bitiremediğim kitabımı bitirdim. Kendi namıma hayra çevirdim o süreci de. 4 yıl da kısa dönem ev kiralama işi yaptım, Karga sonrası sabit maaşın yerine bir gelir koyabilmek için. Artık buna da gerek kalmadı. Son 2 yılda SGK primimi kendim ödedim. Ekim ayında da emekliliğe hak kazandım. Bundan sonra yazma işlerine ağırlık verip DJ’lik yaparak hayatıma devam ederim diye düşünmekteyim.
Tayfun Polat hakkında:
1970, İstanbul doğumlu. Kültür sanat alanının, özellikle müzik piyasasının hemen her alanında çalıştı. 5 adet şiir, 2 adet anlatı, 1 müzik kitabı var. Sabahtan sabaha kadar müzik dinlemeye ve yapmaya devam ediyor.