Yazarak kazanmak… (bölüm 1)

Ayşe Başak Kaban

02-11-2023

Paylaş >

Ülke coğrafyasının iklimi değişmeye başladığında önümde iki seçenek vardı: Gazetecilik, televizyon gazeteciliğine devam edebilir belki ömrüm boyunca kazanamayacağım parayı kısa zamanda kazanabilirdim, yapmadım.
Birisi mesleğimi sorduğunda kısa bir an düşünüyorum. Tam olarak ne demem gerekiyor, emin olamıyorum. Eğer meslek sözcüğünün sözlük anlamına göre, gazeteci- yazarım dersem kısmen doğruyu söylemiş olacağım, kısmen diyorum çünkü sözlük konu olan sözcüğü şöyle açıklıyor: Belli bir eğitim ile kazanılan, sistemli bilgi ve becerilere dayalı, insanlara yararlı mal üretmek, hizmet vermek ve karşılığında para kazanmak için yapılan, kuralları belirlenmiş iş. Karşılığında para kazanılan... kısmına kadar gazeteci- yazar olarak yanıtlayabilirim soruyu. Ama her ikisinden de para kazanamadığım için bu yarım bir tanım olur, böylelikle yarım veya belki çeyrek gazeteci- yazarım diyebilirim kendime.

Yeniden meslek sözcüğünün tanımına dönersek (... karşılığında para kazanmak için...), bu sefer şöyle yanıt verebilirim, pazarcı, el emeği üretici ve satıcısı...

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Öğrenciliğimin tamamı çalışarak geçti. Mezun olur olmaz tam zamanlı, sigortalı ve o zamanlara göre maaşı gayet iyi olan genç bir televizyoncu olarak işe başladım. Program yapımcılığı, yönetmenlik, metin yazarlığı yaptım. Aktif olarak sahada muhabir olarak çalıştım, haber müdürlüğü yaptım. Belgesel ve haberlerimle çeşitli ödüller aldım. Çok severek, bitmeyecek bir iştahla, yorgunluktan hiç şikâyet etmeden devam ettim.

Televizyon kanalının koridorunda yürürken şöyle düşündüğümü yüreğim sızlayarak anımsıyorum; ne kadar şanslıyım, hem çok sevdiğim bir işi yapıyorum hem bundan para kazanıyorum.

Ama hayat işte! Belki şu daha doğru olur: Ama Türkiye’de hayat işte!

Ülke coğrafyasının iklimi değişmeye başladığında önümde iki seçenek vardı: Gazetecilik, televizyon gazeteciliğine devam edebilir belki ömrüm boyunca kazanamayacağım parayı kısa zamanda kazanabilirdim, yapmadım. İşsiz gazeteci olarak kalmayı seçtim ve bir süre sonra emekli öğretmen olan anne ve babamın dükkânında onlara yardımcı olmak için çalıştım. Babam önce hastalandı, sonra yaşamını yitirdi ve ben bir baktım ki esnaf olmuşum.

Esnaflık karın doyuran bir işti ve küçük bir kırtasiye dükkânımız olduğu için şanslıydım. En azından tutkun olduğum defter, kalem ve kitaplar iş ortaklarımdı lâkin karın doyuran her iş aynı zamanda ruhu besleyemiyordu. O nedenle yazmaya başladım. Metin yazarlığını oldum olası çok sevmiştim. Belgesel metinlerini veya hayata dair haber metinlerini yazarken deyim yerindeyse ağzım sulanıyordu. Çocukluğumdan beri okuyan bir insandım ve neden edebiyatın yazar kısmını da denemeyeyim, en azından bir tecrübe eder, becerip beceremediğime karar verir, sonrası için buna göre karar alır, yolumu çizerdim.

Uğur Mumcu Vakfı’nın yazmak üzerine açtığı bir seminere katıldım. Yönlendiricimiz Mehmet Eroğlu ile çalıştım. Öykü yazmaya başladım, yazmalara doyamadım. İlk öykü kitabım 2012 yılında “Ben, Kendim ve Bergen” adıyla çıktı. Dört taksitle ödenen, küçük ama benim için çok anlamlı bir telif aldım. Aldığım telifin her taksidi ile bir fatura ödedim.

İlk öykü kitabımın ardından bir roman, bir öykü kitabım daha okurla buluştu. Her birinden aynı şekilde telif aldım.

Kendi göbek bağını kendim kesmem gerekecekti
2018 yılında evimiz kentsel dönüşüme girdi. Kırtasiye dükkânı alarm vermeye başlamıştı. Birikmiş biraz param ve tamamlanmasına az kalmış bir roman dosyam vardı. Evin yıkılıp, yeniden yapılması en iyi ihtimalle iki, üç yılı bulacaktı. Datça’ya taşınmaya karar verdim.

Burada, Datça’da emlakçıların emlak sitelerinde sıklıkla kullandığı bir klişe vardır, sözün Strabon’a ait olduğu söylenir, eğer gerçekten onun sözüyse bugün görse dilim tutulsaydı da söylemeseydim, derdi sanırım. Cümle şöyledir: Tanrı sevdiği kullarını uzun ve sağlıklı yaşatmak için Datça’ya gönderir.

Datça’da geçen ilk yıl, sözün doğruluğuna inandım. Tanrı beni seviyor olmalıydı. Burası kesinlikle ve kesinlikle gezegenin en güzel yerlerinden biriydi. Kendime bir rutin oluşturdum, rutinime uyacak bir ritim de gerekiyordu elbette ve bunun için para kazanmam şarttı, hesapta olmayan bir şey fark etmiştim Datça ülkenin en pahallı yerlerinden biriydi. Tam zamanlı bir iş bulmak neredeyse imkânsızdı kaldı ki, romanın bitmesi önceliğimdi.

Roman son taslağa gelmişti ama aksayan bir şey vardı, içime sinmeyen, bu şuna benziyordu, yemeğin çok tuzlu veya kurabiyenin şekersiz olması gibi yani kısaca olmamışlık. Yeni bir dil oluşturdum, bu hem iyi hem kötüydü. Yeni, masalsı dil sorunu çözecekti, çözmekle kalmayacak bambaşka bir hava da verecekti. Kötü olan ise bu yeni dil, romanın yeni baştan yazılması, bazı yerlerin çıkarılması, belki eklemeler yapılması yani sil baştan başlanması demekti. Bunu yapabilirdim, büyük bir zevkle ama bunu yaparken aynı zamanda tam zamanlı bir işte çalışamazdım. Önceliğim romandı ve bunun için günde en az beş, altı saat kesintisiz çalışmam şarttı. Yarı zamanlı işler ise yoktu, “Belki sezonda”, dendi. “Sezonda bile zor”, dedi bazısı. “Olsa bile, ücreti az”, dedi, bir başkası.

Bu durumda kendi göbek bağını kendim kesecektim. Ne yapabilirdim? İyi kötü, bir esnaflık tecrübem vardı. Yeni bir dükkân açmak, hayır, yüksek vergiler ve Datça’da astronomik kiralar ile başedemezdim. Datça turistik bir yerdi, madem buradayız o zaman buna yönelik bir şey yaparız, diye düşündüm. Annem emekli öğretmen, kız enstitüsü mezunu ve o dönemin eğitimi gereği el işlerine fazlasıyla yatkın ve bunları yapmaktan ziyadesiyle mesut. Yaptığı pek çok şeyi dükkânında satmışlığı, sevdiklerine hediye etmişliği var. Benim de ufak bile olsa bir becerim mevcut. Yerel pazardan bir yer kiraladım, ürettiğimiz ne varsa orada satacaktık. Pazar, haftada bir gün kurulduğu için geri kalan günler ve geceler romana çalışmam için yeterli olacaktı.

Bir süre böyle devam etti, pandemiye kadar. O süre içinde romanın son taslağı bitmiş, son okumalara geçmiştim. Pandemi başlar başlamaz, Datça’da bir kıpırdanma oldu. Herkesin evlere kapandığı o süreçte burada yazlığı olanlar maaile yerleşmeye başladı. Onları evi olmayıp yeterli derecede parası olanlar izledi. Ev fiyatları ve kiralar gözümüzün önünde hızlı bir yükselişe geçti. Aynı zamanda çevremizde zeytinlik, bademlik olan arsalar, yemyeşil otların sardığı bahçeler tek tek inşaat şantiyesine dönmeye, şantiyeler ise hızlıca, yağmur sonrası boy veren mantarlar gibi biten evlere dönüştü. Ev dediysem, bir kümes kadar, iki kişinin birbirine çarpmadan dönmesi neredeyse imkânsız genişlikte, alçak tavanlı, minik pencereli, kötü işçilikle süslenmiş mekânlar. Bunca yeni eve rağmen satılık ve kiralık evlerin fiyatlarında en küçük bir gerileme olmadı aksine her ay güncellenerek ülkenin en küçük, en kalitesiz ve en pahalı evleri olma yolunda ilerlemeye devam etti, ediyor.

2021 yılına geldiğimizde romanım yayınevine gitti. Editör çalışması başladı. 2022 yılında okurla buluştu. Eski yayınevim kapandığı için yeni yayınevi ile çalışıyordum, sözleşme imzalanacağı zaman öğrendim ki telif ödenmeyecek. Yayınevi, bünyesine aldığı yeni bir yazara ilk eser için telif ödemiyormuş. Roman için o kadar uzun zamandır çalışıyordum ki... yeni bir yayınevinde karar kılmak, ona eseri yollamak, yanıt gelmesini beklemek... tüm bunları düşünmek bile çok yorucu, yıpratıcıydı. Yeter ki raflara çıksın, okurla buluşsun, dedim ve kabul ettim.

2022 yılının Mart ayında roman çıktı. Aynı yıl, giderek artan mutfak harcamaları, hızla yükselen elektrik, su faturaları ve çılgınlar gibi, daha daha, diyen ev sahibinin kira artış talepleri nedeniyle yaz sezonunda bir stant açmaya karar verdim, şükür ki şanslıydım, belediyenin tahsis ettiği yerlerden birine, kura çekilişi sonucunda sahip oldum.

Çalışırken hep şöyle düşündüm, iyi ki romanı bitirmişim, Pinana tam zamanında bitmiş.

Devamı...

Paylaş >

Ayşe Başak Kaban hakkında:
Öğretmen anne ve babanın ilk çocuğu olarak İzmir Bergama’da doğdu. Devlet okullarında okudu. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo- Televizyon ve Sinema bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli televizyon kanallarında program yapımcısı, yönetmen, muhabir ve belgesel metin yazarı olarak çalıştı. Bir gece ansızın yazmaya başladı. Öyküleri ve incelemeleri çeşitli dergilerde yayımlandı, öyküleri çeşitli edebiyat yarışmalarında ödül aldı. Kitapları Ayizi Yayınları tarafından basıldı: Ben, Kendim ve Bergen – 2012, Kırık Kalp Sendromu- 2014, Ne Malum? – 2015, Son romanı PiNana 2022 yılında Notabene etiketiyle okurla buluştu. Yaşam hakkı savunucusudur. Datça’da yaşar. Evli, çok kedi ve köpeklidir.
Bizi Takip Edin
© 2024 - Kültür Emeği. Tüm hakları saklıdır.
Logo

“Kültür Emeği Platformu Yenileme ve Teknik Altyapı Oluşturma Projesi” bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı tarafından finanse edilmektedir.